Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti


 
Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının eşit statü ile kurucu ortak olarak kurmuş oldukları bir Cumhuriyettir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olmuş, kabinede yer alan bakanların ise 7’si Rum, 3’ü Türk olarak tespit edilmiştir. Temsilciler Meclisi 50 kişiden oluşmuş, bunun teşkilinde de %70 Rum, %30 Türk oranı muhafaza edilmiştir. Kamu görevlilerinin oranı da aynı ölçüler içinde muhafaza edilmiştir. Bu uygulamada önemli olan, Türklerin azınlık olarak kabul edilmemeleri ve  “Fonksiyonel olarak Federatif Sistem ” in kabul edilmiş olmasıdır.
Her ne kadar milletlerarası alanda bir Cumhuriyet kurulmuş ve iki toplum arasındaki problemler çözülmüş gibi görünmekte ise de; antlaşmaların imzalanmasından hemen sonra; Rum tarafında Kıbrıs İlhak Cephesi=KEM adlı bir gizli örgüt kurulmuş ve bu örgütün, Başpiskopos Makarios tarafından açıklanmış olduğu gibi Enosis emellerinin takipçisi olduğu ilân edilmiştir.
Örgüt elemanları; Kıbrıs’ın ilhakını ve Kıbrıs Türkünü yok etmeyi gaye edinmiş olan EOKA tedhişçileri ile iş birliği yapmaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak adadaki sindirme ve katliam olayları zaman içinde artırılarak Kıbrıs adası bir iç savaşa sürüklenmiştir.
Kıbrıs Rum toplumunun lideri olarak Cumhurbaşkanlığına atanan Başpiskopos Makarios III,  1963 yılında  Türklere tanınan ve Anayasa ile teminat altına alınan egemenlik ve siyasî eşitlik hakları ile ilgili 13 maddelik Anayasa değişikliği önerilerini gündeme getirmiştir.
Bu maddeler, Cumhurbaşkanı yardımcısının veto yetkisinin ve Türklerin beş büyük yerleşim bölgesinde belediye kurma hakkının kaldırılması ile ilgili maddeler olarak tespit edilmiştir. Bu hareketin gayesi, Kıbrıs’ta yeniden bir huzursuzluğun başlatılması ve çıkarılan karışıklık sonucu Yunanistan-Kıbrıs bütünleşmesini sağlayacak olan Enosis emellerinin uygulamaya konularak gerçekleştirilmesinin başlatılması idi.
Rum tarafı kendi taleplerinin reddedilmesi üzerine, şiddet yolu ile sindirme hareketlerine başlamış, Enosis hedefini gerçekleştirmek üzere hazırladıkları ve Türkleri imha için hazırlanan Akritas Plânı’nı uygulamaya başlamışlardır.
Bu plân gereğince;  21 Aralık 1963 ’te Türk toplumuna karşı katliam başlatılmış ve Kıbrıs Türklerinin tarihlerinden, Uluslararası Antlaşmalarından, İnsan Hakları Beyanname ve Sözleşmelerinden doğan bütün hakları ellerinden alınmak istenerek, Kıbrıs’taki Türk varlığı tamamen yok edilmek istenmiştir. Tarihe  “Kanlı   Noel ”  olarak geçen ve hunharca yapılan katliamlarda binlerce günahsız Türk çocukları, kadınlar ve mücahitler katledilmiştir.
21 Aralık 1963 tarihinden sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün organları, yasa dışı yollar ile Kıbrıs Rumlarının tekeline girmiştir. Oluşturulmak istenen toplum biçimi ile sadece Kıbrıs Rumlarının devleti haline getirilen, Pan-Helenist yayılmacılığa hizmet eden, ırkçı ve ayrımcı düşünce ve eylemlere yer veren, mevcut Anayasa ve Milletlerarası Antlaşma esaslarından tamamen uzaklaşmış ve meşruluğunu yitirmiş bir Kıbrıs Cumhuriyeti ile karşı karşıya kalınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, bu insanlık dışı katliamlar karşısında antlaşmalardan doğan hakkını kullanacağını ve adaya askerî müdahalede bulunacağını İngiltere ve Amerika’ya bildirmiştir. Bunun üzerine 13 Mart 1964 tarihinde toplanan Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’a Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün gönderilmesine karar vermiştir.
Güvenlik Konseyi kararından sonra adaya Barış Gücü askerleri yerleşmiş, fakat anlaşmazlık ve katliamlara bir çözüm getirilememiştir. İngiltere, Yunanistan Türkiye ve Amerika’nın katılımı ile Acheson Plânı hazırlanmış fakat hazırlanan plân Yunan ve Rum emellerinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda olmuştur.
6 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy  mevkiinde savunmak maksadı ile bir araya gelen Türk gençlerini, Barış gücünü “tatbikat yapıyoruz” diye kandırarak katletmişlerdir. Dünya tarihine ve basınına  Erenköy Katliamı  olarak geçen olay, Türk hükûmetinin havadan yaptığı müdahale ile durdurulabilmiştir.
Türk ve Yunan başbakanları arasında yapılan çeşitli uzlaşma görüşmelerinden Yunanlıların Enosis’te ısrarlı olmaları sebebi ile bir sonuç alınamamıştır. Aslında bu barış görüşmeleri, Rumların yeni saldırılara hazırlanmaları için bir oyalama taktiği oluyordu. Nitekim  15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi katliamları  yapılmıştır. Türk hükûmetinin müdahale kararı ABD tarafından önlenmiştir.
Kanlı Noel baskını ile başlayıp 11 yıldır devam eden Türk tarihini, kültürünü ve halkını yok etmeyi hedefleyen insanlık dışı katliamlar karşısında dünya basınında belge ve fotoğraflar ile yer verilmesine rağmen, hiçbir dünya ülkesi yardım etmemiş ve destek vermemiştir. Bu da şunu göstermektedir ki bütün dünya ülkeleri, Yunan emellerine hizmet etmekte ve Türk varlığının yok edilmesi pahasına Türk hükûmetinin müdahale hakkını kullanmasını engellemektedirler.
 
Bu arada Kıbrıs’taki Rum yönetimi arasında siyasî anlaşmazlıklar çıkmış ve Papaz Makarios’a karşı yapılan bir darbe sonucu Makarios adayı terk etmiştir. Cumhurbaşkanlığına getirilen Nikos Sampson “ Kıbrıs Elen Cumhuriyetini ” ilân etmiş ve Türklerin yeni imha plânını hazırlamışlardır.
Bu durum karşısında Kıbrıs Türk halkı, Rum yönetiminin her türlü sindirme, baskı, işkence ve silâhlı saldırılarına karşı çok zor şartlarda direnmiş, hiç bir zaman azınlık statüsünü kabul etmemiştir.
Türklerin boyutu gittikçe artan ve her türlü insan haklarından yoksun cinayetler karşısında kendilerini korumak, varlıklarını devam ettirebilmek ve atalarından kalan yurtlarını topraklarını korumak ve müdafaa edebilmek için teşkilâtlanmaları zorunlu hale gelmiştir. Önce küçük gruplar şeklinde başlayan örgütleşme hareketleri, zaman içinde Türkler arasında tek bir çatı altında birleşme fikrini oluşturarak, Kasım 1957 senesinde Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT) adı altında tek bir örgüt altında toplânma ve kurma çalışmalarını başlatmıştır.
Bu örgütün kurulmasında o dönemde tanınmış bir avukat olan ve hayatını Kıbrıs Türkünün bağımsızlık mücadelesine adamış olan Rauf Denktaş ile Dr. Burhan Nalbantoğlu görev almışlardır. Kıbrıs Türkünün bağrından çıkan bu teşkilâta zamanın Türk hükûmeti de sahip çıkmıştır. 1 Ağustos 1958 tarihinden itibaren, T.C. Başbakanı Adnan Menderes ve Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tarafından önce küçük fakat sonra, Türkiye’nin desteği ile tek bir örgüt haline getirilen TMT’nin direnişi ve savunması tarihe büyük bir destan yazdırmıştır.
Gayesi:
“Her gün biraz daha güçlenmekte olan EOKA’ya karşı Türklerin savunma sahasındaki boşluklarının giderilmesini sağlamak”,
“Kıbrıs’taki yer altı Türk direniş güçlerini bir çatı altında birleştirmek”
“Türkiye’deki mukavemetçiler arasındaki bağları kurmak ve güçlendirmek”,
“Kıbrıslı Türkler arasında güven duygusunu geliştirmek” olarak tespit edilmiştir.
Kıbrıs Türk halkı; Türkiye’den gördükleri maddî manevî desteğin yanında EOKA’ya karşı canını koruma pahasına, kurmuş olduğu Mukavemet teşkilâtı ile direnmiş, pek çok şehit vermiş, atalarının oturduğu köyleri ve yerleşim birimlerini terk etmiş olmasına rağmen; eşit egemenlik, eşit ortaklık haklarından taviz vermemiş, varoluş, kurtuluş ve Türkiye’nin ada üzerindeki haklarını koruma mücadelesini büyük özveriler ile 20 Temmuz 1974 tarihine kadar sürdürmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti, bir toplumun toplumsal hak ve hürriyetine sahip olmadan, ferdî hak ve özgürlüklerinin söz konusu olamayacağını bütün dünya ülkelerine bir defa daha tarih önünde göstermek, Türkiye’nin tarihi ve milletlerarası antlaşmalarından doğan yasal garantörlük hakkını kullanmak sureti ile kahraman Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin Kıbrıslı Türk mücahitleri ile birlikte sonuçlandırdığı ve Kıbrıs Türklerine huzur, barış, güvenlik ve özgürlük ortamı içinde yaşama imkânı sağlayan Barış Harekatı’nı 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirmiştir. Bu harekat sonucunda Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğini sağlamak ve Kıbrıs adası üzerindeki antlaşmalardan doğan yasal haklarını kullanarak, Türk ordusu Kıbrıs adasına yerleşmiştir.
Barış Harekatı ile Kıbrıs’ta yeni bir coğrafya ve yeni bir siyasî zemin oluşturulmuştur.  20 Temmuz 1974 Türk Barış Harekatı  ile oluşturulan yeni zemin üzerinde; adanın kuzey kısmında, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, adanın güney kısmında da Güney Kıbrıs Rum Devleti kurulmuştur. İngiltere ise, bir politik manevra ile Kıbrıs adasına yerleşmiş, adanın idaresindeki basiretsizliği ile adada yaşayan iki toplumu birbirine düşürmüş buna rağmen, adadaki askerî üstlerini koruyarak Kıbrıs adasında kalmayı başarmıştır. Onun için önemli olan; her zaman için Akdeniz’de bir güç olarak kalmayı sağlamaktır ve sonunda onu da başarmıştır.
20 Temmuz 1974 tarihinden sonra Türk yönetimi yeni sınırlar içinde düzenini kurmaya başlamış ve 13 Şubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Federe Devleti’ni kurmuştur. Uluslararası hukuka göre, devlet olma vasfına haiz olan bir durumda bulunulmasına rağmen milletlerarası alanda tanınma talebinde bulunmamıştır. Çünkü, her türlü haksızlığa rağmen “ Federal Kıbrıs Cumhuriyeti ”nin kurulmasına zemin hazırlamak gibi bir iyi niyet gösterme çabasında idi. Oysa Rumlar her türlü görüşmelerinde Türkleri azınlık statüsünde görmek istediklerini beyan ederek, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan 13 Mayıs 1983 tarihinde tek taraflı olarak kendi lehlerinde karar çıkartmışlardır.
Bulunduğu hukukî konum sebebi ile self-determinasyon hakkını kullanma yetkisine sahip olan Kıbrıs Federe Devleti bağımsızlığını  15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’ni kurarak ilân etmiştir.
Stratejik açıdan büyük önemi olan Kıbrıs adasının son yıllarda jeo-politik ve jeo-ekonomik öneminin giderek daha belirgin bir hal aldığı gözlenmektedir. Atatürk, 1938 yılında Akdeniz’de yapılan askerî manevraların birinde genç subaylara: Türkiye’nin yeniden işgal edilmesi halinde ikmal yollarından birinin ne olduğu konusunda, Kıbrıs’ı göstererek “Kıbrıs’a dikkat ediniz, eğer Kıbrıs düşman ellerinde ise bütün ikmal yollarımız tıkanmış demektir”  diyerek Kıbrıs’ın önemini ortaya koymuştur.
Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra Kıbrıs adasının önemi oldukça çok artmıştır. Doğu Akdeniz’de ticaret ve Balkanlar-Kafkasya-Orta Doğu petrol ulaşım yollarını kontrol altında tutmak ve Orta Doğu ülkelerinin siyasî, ekonomik ve askerî açılardan etkin bir şekilde kontrolünü sağlayabilmek için stratejik önemi çok fazla olan bir operasyon yeri olarak kabul edilmektedir.
Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’deki jeo-politik ve jeo-ekonomik konumu itibarıyla; özellikle son yıllarda uluslararası alanda ve bölgede meydana gelen hızlı siyasî ve ekonomik gelişmeler sonucu, başta İskenderun Körfezi olmak üzere giderek artan güney sahil ve limanlarımızın önemi nedeni ile Türkiye açısından da stratejik değerini gittikçe artırmaktadır.
Düşman elinde bulunmayan bir Kıbrıs, Türkiye’nin güneyden kuşatılmasının önlenmesinin yanında, Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan, Londra ve Zürich Antlaşmaları ile Ege ve Akdeniz’de kurulan siyasî dengenin korunması açısından, Azerbaycan, Hazar, Kazakistan, Türkmenistan, Irak ve İran petrollerinin ve doğalgazın İskenderun Körfezi çıkışını kapatarak bir tehdit yaratmaması açısından, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) Akdeniz’e açılım merkezi olması ve Yunanistan’ın Megalo İdea’sına geçit vermemesi açısından da önem arz etmektedir.
Ayrıca, adada yaşayan 200 bini aşkın Türk nüfus ile tarihî ve kültürel bağların bulunması, bir Akdeniz ve Orta Doğu ülkesi olan Türkiye’nin bu bölgede ekonomik ve siyasî varlığını devam ettirebilmesi için önemlidir. Ege Denizi mevcut adaları ile birlikte bir Yunan gölü haline getirilmiştir. Türkiye’nin ise uluslararası sulara çıkış yolu ancak Kıbrıs üzerinden olabilecektir.
Son on yıl içerisinde Türkiye’nin güneyi, Orta Asya petrollerinin ve enerji hatlarının denize ulaştığı bölge olması sebebi ile ekonomik ve ticarî yönden korunması ve güvenlik altına alınması gereğini ortaya çıkarmıştır. Güneydoğu Anadolu (GAP) Projesi’nin tamamlanması sonucu o bölgenin dünyaya açılma yolu Mersin-İskenderun bölgesidir. Bu limanların Kıbrıs’a uzaklığı 40 mil kadardır. Önemli bir pazar olan Asya ülkelerinin dünyaya açılmasında Türkiye’nin güney sahilleri önemli bir çıkış kapısı olmakta ve bu kapı üzerinde Kıbrıs adası bulunmaktadır.
Batıdan Yunan adaları ile çevrilmiş bulunan Türkiye güneyden de çevrilirse savunma ve güvenlik açısından Türkiye’nin durumu sıkıntıya düşebilir. Türkiye bugün dünyanın ekonomik, siyasî ve sosyal yönlerden en problemli bölgesi olan Orta Doğu-Kafkasya ve Balkanlar arasında bulunmaktadır. Bu sebeple Kıbrıs, Türkiye’nin uluslararası güvenliği siyasî ve millî çıkarları açısından önemlidir. Bu sebepler ile oradaki Türk varlığının devamını sağlamak, refah seviyelerini artırmak ve mevcut ekonomik, sosyal, siyasî, kültürel ve güvenlik sorunlarının bir an önce çözülmesi gerekmektedir.